29 Kasım 2010 Pazartesi

Seviyor, Sevmiyor

Çarpık bacaklarını sevmiyorum.
Omzuma bile gelememesini sevmiyorum.
Bazen küçük bir kız çocuğu gibi davranmasını sevmiyorum.
Yürürken sol kolunu çantasını taşımakta zorlanır gibi geniş hareketlerle sallamasını sevmiyorum.
Basenlerinin büyüklüğünü sevmiyorum.
Alt dişlerinin çarpıklığını sevmiyorum.
Gülerken birşey söylemeye çalıştığında dudağının yamulmasını sevmiyorum.
Sürekli aynı şeyi giymesini, yeterince dişi giyinmemesini sevmiyorum.
Gülümsemesini kısmaya çalışırken dudaklarının aldığı şekili sevmiyorum.
Bazen şaşkın biri gibi davranmasını sevmiyorum.


Gülerken üst dişlerinin beyazlığını seviyorum.
Mutluyken, heyecanlanınca, üzüldüğünde, aslında her durumda, kaşlarını oynatışını seviyorum.
Beatles dinlemesini seviyorum.
Bana film önermesini seviyorum.
Nazım'ın şiirlerinde benim kadar heyecanlanmasını seviyorum.
Neşesini seviyorum.
Kendini göstermeye çalışmadan gösterebilmesini seviyorum.
Karikatürlere bayılmasını seviyorum.
Ses tonunu seviyorum.
Aşık olabilmesini seviyorum.

Yine de genelde ilk kısma takılıyorum.
Çünkü ben salak bir başağım.

Sosyalim Sosyalsin Sosyal

İki gün sonra dışarıya adım attım bugün. Haftasonumu evde oturarak, bakkala bile çıkmadan geçirdim. Ama bütün hafta boyunca hafta sonunu iple çekiyor değil mi insan? Sanki bir bok yapıp da çok eğlenecekmişim gibi. Sanki yüzlerce arkadaşımla bir araya gelip hangi partiye gideceğimize karar verecekmişiz gibi. Gitgide haftaiçini daha çok sever oldum. Bütün o ödevlere, sunumlara, sorulara, blok derslerde çekilen sırt ve bacak ağrısına rağmen en azından yalnız başıma olmuyorum. Etrafımda insanlar oluyor. Okulda beni görenler asosyal bir insan saymazlar. Sessiz biriyim tamam, ama bir köşede tek başına oturanlardan da değilim. Ama hafta sonu olunca etrafımda tek bir kişi bile kalmıyor. Aslında çağırsam mutlaka birileri benimle gelir. Ama neden yapayım? Sadece yalnız kalmamak için mi? Saçma. Çünkü ben herkesle eğlenemiyorum. Eğlenceden aklımın çıkması için belli başlı insanlar gerekiyor. Ayrıca eğlenceden aklımın çıkması olayı da şehirde asla olmuyor bana. Küçük bir tatil beldesinde sahilde olmalıyım anca.. Böyle işte. İki gün evde kaldıktan sonra dışarıya çıkınca afalladım tabii. Herşey çok parlak ve hareketli geldi. Dışarıya çıkmaksa mesele, çıktım işte. Yarın da dersim var. Desene 4 gün boyunca "sosyaliz".

28 Kasım 2010 Pazar

"Seeing the White One"

0 izleyiciden oluşan bir kitleye hitap etmek çok garip bir duygu yalnız. Ama belki olur da ilerde blogumu seven birileri olur, eski yazılarımı okumak ister filan, onlara buradan selam ediyorum. Blogumun ismi Tumblr'daki hesabımdan geliyor. Oraya da gökyüzünden geliyor. "White one" olarak ifade edilen şey aslında bildiğimiz aydır. Çünkü ben aya taparım. Ne zamanki geceliyin gökyüzünde pasparlak bir ay varsa ben ona bakıyor olurum. Ayı çok severim, pek severim.